Fıkıh konusunda en çok merak edilenler
Demek ki büyük günah işleyen müminler kâfir olmayacağı için, onlara kâfir damgasını vurmak veya onları aşağılayıcı sözler sarfetmek doğru değildir. Kirlenen elması hemen temizleyerek eski haline getirmeye gayret etmemiz gerekir. Yani günaha bulaşan bir mümini dışlama yerine ona destek olup bu günahından temizlenmesine yardımcı olmak gerekir. İkinci hadis, başkalarına fısk ve küfür ithamında bulunmanın, “fâsık” ve “kâfir” demenin tehlikesine dikkat çekmektedir. Bu çok kötü ithama maruz kalan kimsede bu haller varsa mesele yoktur. İthamda bulunan doğru söylemiş olduğu için sorumlu olmaz. Fakat itham edilen kişide o haller yoksa, işte o zaman itham, ithamı yapana döner. Yani durup dururken bir Müslümana fâsık veya kâfir diyenin kendisi fâsık veya kâfir durumuna düşer. Gerçi ahlâkçılar, dünyanın her tarafında, huyun fıtrî mi, iktisabî mi olduğunu tarih boyunca münâkaşa etmiştir.Bu münâkaşaya sadece Doğulu hükemâ değil, Batılı feylesoflar da katılmıştır. Her iki görüşü destekleyen müşâhedeler ve dogmaya ve nassa dayalı deliller mevcuttur. Bu hadisi açıklarken alimler şu noktaya dikkat çekmişlerdir. Bir insan, kâfir olmadığı sürece/imanla kabre girdikten sonra, geç de olsa cennete girecektir.
- Görüldüğü üzere, bu uygulama hem geçici, hem de herkes için her zaman uygun değildir.
- Endülüs ve Mağrib şairlerinin eserlerinde Şîa ve Ehl-i beyt izlerine pek rastlanmaz, ancak tasavvufî izler görülür.
- Berberî asıllı Mâlekalı şair İbnü’l-Murahhal, el-Muʿaşşerâtü’l-lüzûmiyye’sinde lüzûm-ı mâ lâ yelzem sanatını icra etmiştir.
Peygamber’in hicretiyle reisliği gerçekleşmemiş ve hayatının sonuna kadar ona karşı düşmanlık beslemiştir. Çünkü o bu mânevî yolculuğunda diğer semavî dinlerin peygamberlerine imamlık yapmıştı (bk. Mİ‘RAC). Veya malları sardırdıktan sonra, `Parasını az sonra getireyim.` diyen birisini eğer tanımıyorsak, bırakmayalım, önce parayı getirmesini nazikçe isteyelim. Bu ve buna benzer tedbirler suizanna girmez. Nezaketi elden bırakmamak kaydıyla, tedbir her müşteri için alınabilir. Hatta davranışları şüphe uyandıran müşteriler için `gözüm tutmadı` denebilir ve davranışları hakkında yorum yapılabilir. Hüsnüzan; güzel düşünme, niyeti temiz tutmaktır. Yani insanlar hakkında güzel düşünme, onların hatalarını güzele yormak esastır. Buna göre, ihlasın gerçek anlamda ne olduğunu bilmek için, mutlaka riyayı iyice bilmek gerekir. Riyakârlığın ne anlama geldiğini bilen kimse, ondan uzak durmaya çalışarak ihlas yoluna girer. Yani “riya kapısını” görüp tanıyan kişi o kapıdan girmemekle, otomatikman “ihlas kapısına” girmiş olacaktır. Ya ihlas veya riya yolundan girme zorunluluğu vardır.
Topluluğa selâm verildiğinde, içlerinden birinin veya bir kısmının selâmı alması ise farz-ı kifâyedir. Böylece diğerlerinin üzerinden farz sâkıt olur. İnsanları küçük gören ve onurlarını kıran bir kimsenin onlara ulaştırabileceği bir tebliğ ve çağrı yoktur. Çünkü başkasını küçümseyen kimse kendi saygınlığını yitirir. Saygınlığı olmayanlar ise tebliğ ve çağrı insanı olamaz. Başkalarına değer vermeyene, değer verilmez.
Her biri mevcut mallarının yarısını muhacir kardeşine vermiş idi. Ziraat işleri ortak yapılır, elde edilen meyve ve diğer mahsulât paylaşılıyordu. Arada teessüs eden kardeşlik, imandan gelen, Allah’ın rızasına bakan bir kardeşlik olduğu için sözden ibâret değildi, gerçek bir kardeşlikti. Hatta tatbikata bakılınca kan kardeşliğinden daha ileri bir kardeşlikti. Verâset hakkı da işin içine girince, bu dinî hukukî kalbî bir mahiyet kazanmıştı. İkinci hanımını boşayıp muhacir kardeşine nikahlama derecesine ulaşan bir kardeşliği bugün görüp bildiğimiz herhangi bir kardeşliğe benzetebilmemiz mümkün değildir\. Ücretsiz dönüşlerle favori slot oyunlarını riske atmadan oyna. PinUpbet güncel adres!5@PinUpbethttps://PinUpcasino-tr.com/;PinUpbet\. Meallerini verdiğimiz bu hadislerden, bizim de tabiî olarak tatbik ettiğimiz şu sıralama çıkıyor. İki Müslüman karşılaştıkları zaman önce “Esselâmü Aleyküm” “Ve aleykümüsselam” diyerek selâmlaşırlar, musafaha yaparlar ve “Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed” diyerek Peygamberimizin (asm) üzerine salavat getirirler.
İbn Atâ, Allah’ın azabından korkan kulun tövbesine “inâbe tövbesi”, O’nun kereminden hayâ eden kulun tövbesine “isticâbe tövbesi” adını vermiştir (Kelâbâzî, s. 141; Kuşeyrî, s. 261; Hücvîrî, s. 385). Pişmanlığın ilk adımı tövbe, ikinci adımı inâbe, sonu evbedir diyen sûfîler de vardır. Bu bağlamda Allah’ın azabından korkanın hali tövbe, azabından korkmakla beraber sevap umanın hali inâbe, sadece emrini gözetenin hali evbe terimiyle ifade edilir. Tövbe müminlerin, inâbe evliyanın, evbe peygamberlerin makamıdır (en-Nûr 24/31; Sâd 38/30, 44; Kāf 50/33). Tövbe büyük günahlardan, inâbe küçük günahlardan, evbe nefisten Hakk’a dönüştür. Herevî inâbeyi tövbeden ayrı bir menzil olarak görür. Tövbe makamını sağlıklı bir şekilde gerçekleştiren sâlik inâbe menziline ulaşır. Allah sevgisi, Allah’a itaat, O’na yönelme ve O’ndan başkasından yüz çevirme inâbenin özünü oluşturur.
Ceninin oluşmaması için, anaya zarar vermeden herhangi bir metoda baş vurmak caizdir. Yeter ki kökten döllenmeye son verecek bir metoda başvurulmasın. Her meselede olduğu gibi, bu meselenin de şüphesiz birtakım istisnaları vardır. Bazı şartlarda hadis-i şeriflerde de müsaade edildiği “azl”e, bugünkü tabirle doğum kontrolüne ruhsat verilmektedir. İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed ise “mekruh değildir” demişler, “at etinin ihtiyaç hâlinde yenip kımızın da içilebileceği” içtihadında bulunmuşlardır. İmam Şafii Hazretleri de bu iki imamın görüşünü doğrulamıştır. İşte bu anlayış içinde baktığımızda görüyoruz ki, farklı içtihad sahibi İmam-ı Azam Hazretleri, “at etinin yenip sütünün içilmesine (haram) dememiş, ama (mekruh) olduğunu söylemekten de geri kalmamıştır.” Böyle ictihadda bulunmuştur.
Stabilize bir yolda, benzinine su karışmış, ön düzeni bozuk, gece vakti farları yanmayan veya başka yere bakan, üstelik de şoförü acemi olan bir araba aynı hızı yapmayınca, bu sözün yanlış olduğu anlamına gelmez. Tam tersine söz doğrudur, ama bazı gerekli şartları yerine getirilmediği söz konusudur. Bu nedenle araba bize fayda verecektir, fakat istediğimiz hıza ulaşamayacaktır. Ayrıca Allah Teala ahirette insanın yaptığı şeylerin hepsini değerlendirecektir. Yoldaki bir engeli dahi kaldırmanın ibadet olduğunu kabul eden dinimiz, elbette namaz gibi önemli bir ibadeti görmezden gelmeyecektir. Allâh’ın merhametine ve affına nâil olmak isteyen kimse, insanların kusurlarından geçmeyi ve kötülüğe bile iyilikle karşılık vermeyi kendisine şiâr edinmelidir. Zîrâ Rabbimizin insanlığa rehber olmak üzere lutfettiği peygamberler, mürşidler, âlimler ve ârifler, dâimâ bu güzel ahlâkı sergilemişlerdir. Harp hâlinde iken kâfirlerin gıybetini yapmak haram değildir. Onların kötülenmesi, harbin lehimize gelişmesi için gereklidir; bunda günah söz konusu olmaz. Allah’ın yegane denetleyici olduğunu idrak ettirir ve böylece Allah’ın azameti karşısında şuurlanmasını sağlar. Denilebilir ki, sözünü ettiğin vasıfta arkadaş çok azdır; özellikle günümüzde bunlar parmakla gösterilecek kadar mahduddur. Öyle ama, hemen her mahallede ve yerde bu azları bulmak mümkündür, hepsi de simalarından tanınırlar, alınlarında secde eseri bulunuyordur; yüksek ahlaklarıyla diğer çocuklardan ayrılmakta ve ayırd edilmekteler.
Var sayalım ki enflasyon hesabı doğru yapıldı. (Tirmizî, Radâ, 16; Ahmed b. Hanbel, IV / 149, 153). “Sen yalnızca Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli biri olsaydın kesinlikle etrafından dağılıp gitmişlerdi.” (Al-i İmran, 3/159) demektedir. Ehl-i sünnete göre; kıble ehlinden hiç kimseye kâfir denilemeyeceğinden, kastedilen küfür alametlerinden herhangi bir emare bulunmadıkça, kıble ehline kâfir denilemez. Basit buluntular bekletmeyi icabettirmezse de bir değer sayılan buluntular bir sene kadar bekletilir, ilân yapılır, sonra bir fakire veya hayır kurumuna hibe edilir. Muğîre bin Şûbe bir kadınla evlenmek istiyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), ona, “Git, onu gör. Zira görmek, aranızda âhenk olması bakımından daha iyidir.”3 buyurdu.